Aynı Film
Çağrı Doğan – (Radikal2)
Bu
sözleri kim, kimlerle ilgili olarak söylemiş olabilir?
"İnsanca
yaşam için yetecek kadar ücret, kapasitemize ve yeteneklerimize uygun işlerde
çalışmak istiyoruz. Düşük ücretli ve hükümetin bizim için uygun gördüğü işlerde
değil."
"Dilediğimiz
yerde yaşamamıza izin verilmesini istiyoruz ve bu topraklarda bize yasaklı
bölgelerin olmasını istemiyoruz."
"Gece
11.00'den sonra, küçük çocuklar gibi odalarımıza kapanmak değil, özgürce dışarı
çıkabilmek istiyoruz"
"Kendi
ülkemizde seyahat özgürlüğü istiyoruz."
"Hepsinden
öte, eşit politik haklar istiyoruz. Zira onlar olmazsa sakatlıklarımız daim
kalacak."
Bana
kalırsa, söyleyenin bir sakat, işaret ettiğinin de sakatlar olması kuvvetle
muhtemel.
Sonuçta,
sakatlar emek piyasasından ve kamusal alanlardan biyolojileriyle ilgili
gerekçelerle dışlanabiliyor, eğitim, ulaşım vb. kamusal hizmetlerden faydalanma
hakları yine biyolojik gerekçelerle kısıtlanabiliyor,
"ihtiyaçları"nın karşılanması için özel alanlara hapsedilebiliyor.
Dahası, sözlerin sonunda sakatlığa somut bir referansın bulunması da, bu
ihtimali güçlendiriyor.
Evrensel apartheid
Elimizde
sözlerin sakatlarla ilgili olarak söylendiği olasılığını destekleyen onca done
varken, aynı kişi, sözlerini şöyle bitiriyor: "Bunun, bu ülkedeki beyazlar
tarafından devrim olarak algılanacağını biliyorum". Şaşırtıcı ama
görüldüğü gibi Mandela sakatlardan söz etmiyor... Yukarıda alıntıladığım
sözler, Nelson Mandela'nın Mücadele Hayatımdır adlı kitabında yer alan,
"Rivonia Davası" için kaleme aldığı "Uluslararası Savunma ve
Güney Afrika İçin Yardım" başlıklı metinden. Mandela, siyahların durumunu
anlatmak için sakatların durumuna gönderme yaptığına göre; bizim de
sakatlarınkini anlatırken tersini yapmamızda bir beis olmasa gerek.
Sorun nerede?
Kürt,
Alevi, Ermeni gibi sözcüklerin bu coğrafyada; kadın, engelli, yaşlı, Çingene
vb. sözcüklerin de tüm dünya sathında, yanlarına "sorunu" ifadesini
almadan dolaştıklarına nadiren şahit oluyoruz. Bu da, ilgili kimliklere dair
sorunlu bir şeyler olduğu hususunda uzlaştığımız anlamına geliyor. Görüş
ayrılığı ve ayrımcılık da bu noktadan sonra, sorunlu durumun kaynağının tespiti
sürecinde ortaya çıkıyor.
Doğduğundan
beri tamamen kör olan bir adamım. Şimdiye dek, göz doktoruna körlüğümü
kanıtlayan rapor almak dışında herhangi bir gerekçeyle gittiğimi
hatırlamıyorum. Anlayacağınız, görme yetimin yokluğu benim için hiçbir zaman
tıbbi bir sorun olmadı. Durum böyleyken, geçenlerde bir arkadaşımı, gözleriyle
ilgili bir problem nedeniyle, göz doktoru olan bir arkadaşımın muayenesi için
bir hastaneye götürdüm. Hastane çıkışında herkes, arkadaşıma değil, bana geçmiş
olsun dedi.
Bu
olay, sakatlığa dair yaygın anlayışın komik bir tezahürü. Sakatların kendileri
de dahil ezici bir çoğunluk, sakatlarla ilgili sorunların kaynağı olarak,
özürlülüğü görüyor. Çözüme giden yol, sorunun kaynağını ortadan kaldırmaktan
geçtiğine göre sakatlık, en iyi ihtimalle, tedavi edilmesi gereken bir vaka
haline geliyor. Bu yaklaşım da, sakat kişiyi toplumsal bir özne olmaktan
uzaklaştırıp, tıbbi bir obje haline getiriyor. Artık özürlülüğü dışındaki tüm
karakteristiklerinden soyutlanmış olan sakat, zamana, koşullara, ülkesine bağlı
olarak değişen yöntemlerle toplumsal yaşamın dışına alınıyor. Durumu, en baştan
beri kendisi dışlanarak tanımlanmış ve belirlenmiş olan sakat ise, kendisi için
daha önce hazırlanmış "eksik insan" şablonuna uyarak, kendisine
verilenler için şükrederek, daha fazla "özel" okul, daha fazla
"özel" bakım, daha fazla fizyoterapi, daha fazla "özel"
alan isteyerek, özürlülük merkezli bakışı kabullenip güçlendiriyor. Sakatlara
karşı ayrımcılığın varlığını reddeden de bu özürlülük merkezli yaklaşım.
"Eksik insan" paradigması
Aynı
yaklaşım, sakatı tıbbi ölçütlerle tanımlayıp ona toplumsal yaşamda sakat olarak
varolma şansını vermeyerek, daha "ayrımcılık yoktur" derken kendi
savını geçersiz kılıyor. Ayrımcı muamelenin nedeni ve maruz kalınan
ayrımcılığın dozajı açısından çeşitli nüanslar olsa da, aslında, adları
genellikle "sorun"la anılan kimlikler için aynı paradigma geçerli:
"Eksik insan" paradigması... Denklem ise şu: Standard dışı=
hatalı/suçlu= eksik insan= insan olmayan... Eksik olan insan, insan
sayılamayacağı için, onun, insan için tanımlanmış hak ve özgürlüklere sahip
olmaması ya da eksik olarak sahip olması normal.
Sakatın kapitalizmle imtihanı
Kimlikler ve onlara biçilen değer elbette kendinden menkul
ve sabit değil. İşin içinde, tarih, mekân, sosyoekonomik sistem, ideolojik yapı
gibi birçok değişken var. Dolayısıyla, genel olarak benzerlik olsa da,
sakatlığa yüklenen anlam ve sakatın toplumsal yaşamdaki yeri de, her dönemde
aynı değil. Örneğin, üretimin toprağa dayalı olduğu bir sistemde, sakat kişi,
mensubu olduğu aile ya da topluluğun ekonomisine katkıda bulunabilirken ve
sosyal yaşama bir ölçüde katılabilirken, kâr, rekabet ve hızın ön plana çıktığı
kapitalizmin önemli bir dönemi için, aktif işgücü ordusunun ve sosyal yaşamın
dışında bırakılıyor.
Ancak son döneminde, kapitalizm, uzun süre yedek işgücü
olarak tuttuğu, her koşulda çalışmaya razı sakatlardan, teknolojik olanakların
da yardımıyla, emek maaliyetlerini de düşürecek şekilde faydalanmaya başlıyor.
Yanı sıra yine son dönemde, ihtiyaçları uzun süredir dışlanan, "tüketmeye
aç" kalabalık bir sakat ve yaşlı nüfusun keşfi, sürekli yeni pazar
arayışındaki kapitalizmin iştahını kabartıyor. Buyur edildikleri yer sosyal
piramitin tabanında ya da tabana yakın kısımlarında olsa da, önceki durumda
piramitin dışında bırakılan sakatlar için bu, her şeye rağmen yeni ve daha iyi
bir statü demek. Sakatlara karşı ayrımcılığı yasaklayan, sakatların
ihtiyaçlarının gözetilmesini salık veren ulusal ve küresel düzeydeki yeni yasal
düzenlemeler de bu dönemin ürünü.
Aktörler değişken, sonuç sabit
Adı,
aktörleri, sahneler ve izleyenleri değişse de, çekilen film aynı: Sistematik
ayrımcılık. Birinde mağduru oynayanın, diğerinde ezeni ya da seyirciyi
oynadığına da sıkça şahit oluyoruz. Senaryo ve sponsorluk ise eşitsizliğin
nedeni ve sonucu olan sosyal piramite ait. Hasılı, şiddeti ve dayanağı farklı
olan benzer mağduriyet deneyimleriyle karşı karşıyayız. Kimlik sorununu
dışlayan ya da kimlik merkezli siyasetlerle sorunların çözülemediği de ortada.
Belki, farklı kimliklerin talepleriyle, ayrımcılığın ve eşitsizliğin nedeni ve
sonucu olan sosyoekonomik zeminin ortadan kaldırılması talebini harmanlayıp
politik alana taşıyacak siyasi irade/iradeleri oluşturarak senaryoyu yeniden
yazmak bir çözüm olabilir. Nihayetinde eşitsizliğin temeli ve sonucu olan
sosyal piramit baki kalacaksa, altta kalıp ezilenlerin kim olduğunun bir önemi
yok!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder