Yapısını Söktüğüm Sağlamcı Dili
Çağrı Doğan
Özürlü, engelli vb terimlerdense, durumumuzu kör, sağır,
topal, sakat vb terimlerle anlatmanın daha doğru olacağına, tabii belki de
yılları alan bir süreç sonunda ikna ettiğim bir arkadaşımdı Selen Özel. Uzun bir ara sonrasında, İBB’nin
körler rehabilitasyon merkezi’nin arazisini tahliye etmeye çalışmasına karşı
örgütlediğimiz “Okuluma Dokunma Kampanyası” sürecinde tekrar yazışmaya
başlamıştık. Kampanya sürerken, tahliye talebini, belediye üzerinde kurulacak
sosyal basınçla engellemeye yönelik çeşitli yöntemler geliştiriyorduk. Kampanyanın
kişisel bileşeni olarak bu doğrultuda, buradan
okuyabileceğiniz Cumhuriyet’in Rengi
başlıklı yazı dahil basın bülteni, broşür, ve makale türünden materyalleri
kaleme alıyordum. Bu yazıları okudukça, Selen engelli sözcüğünü çokça
kullandığım için beni sürekli fırçalıyordu. Anlayacağınız, yıllar önce binbir
zahmet, sakat terimini sahiplenipp sağlamcı ideolojiye karşı bayrak açmaya ikna
ettiğim bir arkadaşım, yıllar sonra beni sağlamcı dile teslim olmakla
suçluyordu. Argümanı da özetle şuydu: biz daha kendi dilimizi konuşmaktan
imtina ederken; başkalarını bu dili öğrenip de ona uygun bir yaşamı inşa etmeye
nasıl ikna edebilirdik? Benimse sığınağım şuydu: kampanyayla anlatmak
istediğimizi mümkün olduğunca fazla kulağa
ulaştırmak için, o kulakların anlayacağı dili, halihazırda sakat ya da değil, herkesin bilincini belirlemiş olan hakim dili konuşmamız daha uygundu. En azından bu bizi bulunduğumuz noktadan daha geriye düşürmezdi...
ulaştırmak için, o kulakların anlayacağı dili, halihazırda sakat ya da değil, herkesin bilincini belirlemiş olan hakim dili konuşmamız daha uygundu. En azından bu bizi bulunduğumuz noktadan daha geriye düşürmezdi...
Selen’e Selam, Sakatlığa Devam
Savunma refleksiyle Selen’in eleştirisi karşısında tutunmaya
çalıştığım pragmatik dal bir yana; 2007 yılında yürüttüğümüz bu kampanya
öncesinde ve sonrasında, içerisinde kör, sağır ve sakat gibi terimleri neden
sahiplenmemiz gerektiğini anlatan paragrafların bulunduğu çeşitli makaleler
yazdım aslında. Hakim dil tarafından
engelli denen için, neden sakat terimini tercih ettiğime dair okumak
isterseniz, daha önce çeşitli platformlarda da yayımlanmış buradaki
ya da şuradaki
yazılara göz atabilirsiniz. Benzer tercihi yapan başka yoldaşların (Nazmiye
Güçlü, Bülent Küçükaslan vb.) yazılarına da ulaşabilirsiniz tabii ufak birkaç internet
araması sonunda. Niyetim bundan önce yapılanların üzerine birkaç tuğla daha
koymak bu yazıyla.
Varsayalım, Almanya’da yaşayan yüzbinlerce Türk’ten
birisiniz ve sizden bahsedilirken sürekli “Alman olmayan” deniyor. Nasıl
hissederdiniz? Kendinizi tanıtırken ve etnik / ulusal kimliğinizden söz etmeniz
gerektiği bir durumda, Alman değilim mi derdiniz yoksa, Türk olduğunuzu mu
söylerdiniz? Hangisi sizin durumunuzu daha doğru ve kesin olarak ifade ederdi? Tabii
ki Türk demek... Kaldı ki, Türk olduğunuzu söylediğiniz anda Alman olmadığınızı
da ifade etmiş; Ancak, bunu Alman kimliğini merkeze alarak yapmamış olurdunuz.
Peki Almanya da Türk sözcüğüne yüklenen olumsuz anlamlar olsa, Türk sözcüğüyle
kurulmuş bolca aşağılayıcı, değersizleştiren deyim ve atasözleri bulunsa, bu Türklüğünüzden
eksiltir miydi? Çabanız söz konusu olumsuz kullanımların dilden temizlenmesi
yönünde mi olurdu yoksa, Türk olduğunuzu gizlemeye mi çalışırdınız?
Yukarıdaki soruymuş gibi gözüken saptamalar ışığında; kör
birinin kendisi için görme engelli; sağır birinin kendine işitme engelli demesi
nasıl geliyor kulağınıza? Daha kendi durumunu adlandırırken kendinde olmayana
işaret etmek, kendi ihtiyaçları, istekleri, hakları, sorumlulukları gündeme
geldiğinde de onları belirleme ve gerçekleştirme hakkını kendinde görmemek
anlamına gelmez mi baştan? Kör, sağır, topal, sakat terimlerinin sahip
oldukları zengin tarihsel ve toplumsal anlam yükü bir yana; örneğin körüm
denirken görme yetisinin, sağırım denirken de işitme yetisinin kullanılmadığı
da anlatılmıyor mu zaten aynı zamanda?
Hasılı, içinde engelli geçen tamlamalarla durumumuzu adlandırırken, bize bizim olmadığımız bir yerden baktığımızı ve bu bakışla konuşmaya başladığımızı söylemek istiyorum. Sakat, kör, sağır vb terimlere uzak durulmasının bir nedeni de, durumun geçici olarak görülmek istenmesi belki. Mesela görme engelli denirken aslında, bu bir kimlik değil, görme yetisi şimdilik kullanılamıyor ama, iyileşecek, en azından bu konuda umutluyuz, İsviçreli arkadaşlar çalışıyor gibi örtük mesajlar da veriliyor. Bununla kalsa iyi...
Ellerimizle yapabileceğimiz fiilleri düşünelim şimdi...
Ellemek, dokunmak, okşamak, vurmak, almak, vermek, kesmek, biçmek, itmek,
çekmek, sevmek, dövmek, indirmek, kaldırmak, yazmak, çizmek, çevirmek,
durdurmak, tutmak, atmak... Daha yüzlercesi sayılabilir. Peki kırk yıl
düşünseniz bu fiillere görmek ya da duymak gibi eylemleri ekleyebilir misiniz?
İşte, normal şartlarda kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek
şeyi, söz konusu olan körler olunca, kırk yıldır rahat rahat kullanabiliyoruz. J Bu ülkede Gören Eller
Görme Engelliler Okulu adında bir okul var mesela. İlkokul yıllarımdan, gören
eller adlı braille alfabesiyle basılan bir yayın da hatırlıyorum. Okul adını
kafanızda evirip çevirdiğinizde aslında ne kadar tuhaf bir isimle karşı karşıya
olduğumuzu anlayabileceğinizi sanıyorum. Gören
Eller Görme Engelliler okulu, gören eller görmeyen
gözler okulu, gören eller körler okulu, görmeyen ama gören eller okulu...
İnternette “gören eller”, “elleriyle görüyor”, “gören
parmaklar”, “gönül gözü açık” gibi ifadelerle yapacağınız aramalarla binlerce
sonuca ulaşabilirsiniz. Görmek fiiliyle ilişkisi kesilmiş birinin hikayesi,
gören el, gören parmak, gönül gözünün görmesi vb adlandırma ve anlatımlarla sürdürülüyor
anlayacağınız. Bellememiz istenen şu: Görmek... Her insan kişinin
gerçekleştirebilmek zorunda olduğu bir eylem. Gözle olmuyorsa, elle, onunla da
olmuyorsa parmakla, değilse gönül gözü gibi varlığı tartışmalı bir uzuvla. J
“ben görme engelliyim ama, şunları benden iyi kimse yapamaz,
fırsat sağlanırsa yapamıyacağımız bir iş yok, yeter ki imkan verilsin...” diyen
kör kişilerin söylemleriyle yeniden üretilen de aynı dil. Sağlamcı dil.
Sağlamcı dil derken kastettiğimiz, sakatlıkla ilgili durumların yeti merkezli olarak adlandırılıp anlatılması. Bununla da kalınmayıp söz konusu adlandırma ve anlatımın sakatlara dayatılması ve bunun sakatlar tarafından da benimsenip savunulması...
Yeti merkezli adlandırmada ısrar o denli yoğun ki,
sakatların hayatını kolaylaştıracağı iddiasyıla hayata geçirilen projeler
adlandırılırken de, projeyle sağlanacak işlevlerden ziyade, ill de hedef kitle
tarafından sahip olunmayan yetiye işaret ediliyor. Bkz, Gören Göz, daha da absurdu var, Duyan Eller.
Yeri gelmişken, şu kapitalizm illeti öyle bunalık ki,
kendine yeni pazarlar açmak için, önceden insan yerine koymadığına gerekirse kral
muamelesi çekebiliyor ve kapitalist milleti öyle uyanık ki, onlar sırtımızdan para
kazansın diye kıçımızı yırtarken ve birbirimizle rekabet ederken
unuttuklarımızı bize hatırlatarak sırtımızdan kazanmaya devam ediyor. Bkz,
firmanın projeyi tanıtmak için çektiği reklam filmi.
Neyse, derdimiz tek başına sakatlığın sömürülmesi değil.
Zira, sürekli kâr etmek zorunda olan bir yapının, önüne geleni sömürmek dışında
bir seçeneği olamaz zaten. Mesele, örneğin Ekşi Sözlük’te reklam filmine tav
olanların çokluğu. Mesele, asıl sakatlayıcı olanın kapitalizm ve ona yardım ve
yataklık eden sosyo-politik koşullar olduğuna ikna etmemiz gereken insanların bu
tür filmlerden filmi yapanların lehine etkilenmesi. Mesele, örneğin bu
rekabetçi koşullarda çalıştığı firmada kendisiyle aynı konumda ya da üstü
olarak görmek istemeyeceği sağır kişiyi, kendi gibilerin lütfuyla mutlu olurken
görünce, orgazmik duygulara gark olan onca kişinin varlığı. Mesele,
kapitalizmin ortak sakatlığımız olduğuna ikna etmemiz gereken onca insanın gittikçe dilimizi anlamaktan daha da uzak hale
gelmesi.
Başa dönersek, Selen, toprağı bol olsun ne kadar haklıydı beni
eleştirirken. Engelli denen bir masayı dağıtmamız ya da terketmemiz gerekmiyor belki
ama, kendimizi anlatmamız için hakim dili konuşmaya ihtiyacımız yok. Selen’in
eleştirisi karşısında girdiğim sığınak,
üflesen yıkılacak bir dayanıklılıktaydı aslında. Kör, sakat vb terimleri
kullanmaktan çekinmek, bir Kürt’ün “ben kürt kökenli biri olarak...” ya da
kadınların “biz hanımlar...”, “biz bayanlar..., diyerek konuşmaya başlamasından
farklı değil. Ayrıca, Althusser’in kulakları çınlasın, terimi koruyarak pratiği
değiştirmeliyiz, o zaman terimin çağrışımları da değişecektir. Aksi halde ne dersek
diyelim, sağlamcı ideolojiyi gündelik pratiklerde yeniden üretiyor oluruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder