Her vesileyle, sakatlığın yeti yitimi olmadığını; hatta sakatların
yeti yitimi yaşayan kişiler olarak algılanıp konumlandırılmasının da sakatlığın
oluşumuna önemli bir “katkı” sunduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Ne kadar
insanı ikna edebildiğim ayrıca değerlendirmeye muhtaç. Lakin bazen, hakim
sakatlık kurumuna tutunup, “ağzını açsa çok zeki, adımını atsa feci yetenekli
bir görme engelli” olarak takdir görüp paşa paşa yaşamak dururken, neden böyle
yaptığımı sorgulamıyor değilim. Neyse, huyum kurusun diyerek geçiştirelim.
Son zamanlarda, sakatlığı yeti yitimine indirgememiz halinde,
sakatlar olarak kamusal alanda eşitlik mücadelesi vermemize, zamanla pek de
gerek kalmayacağını ciddi ciddi düşünmeye başladım. Zira, yeti yitimi yaşamayanların,
kamusal alanlarda yetilerini kullanma olanakları da her geçen gün azalıyor. Binalardan
ve ışıklardan dolayı gökyüzünü ve
yıldızları göremeyen; dar kaldırımlardan ve kalabalıktan dolayı doğru dürüst yürüyemeyen; sokaklarda,
salonlarda, gürültüden birbirini duyamayan insanlardan söz ediyorum. Yürürken
gözünü akıllı uzantısından ayıramadığı için çarpıştığım, kulaklığından gelen
sesle meşgul olduğu için söylediğimi duymayan, neredeyse tuvalete dahi tekerlekli
aracıyla giden ve artık ‘Emoji’lerle iletişim kuran insanları buna eklediğimde,
yeti yitimi merkezli bir katagorizasyonun artık pek mümkün ve mantıklı olmadığını
düşünüyorum.
İyi yanından bakalım; sakatlığın yeti yitimi olmadığını
anlatmak için sarf etmem gereken çaba gittikçe azalıyor. J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder